19 Ekim 2009 Pazartesi

Gurbete Kaçacağım

Gurbete kaçacağım
O lacivert ülkeye

O üzünç denizine
Uzayan iskeleye

Ansızın sormaksızın
Neler kalır geriye?

Gurbete kaçacağım
O kimsesiz ülkeye

O geri dönülmeze
Bağlanan ilk köprüye

Umarsız durmaksızın
Acılar tüketmeye..

Gurbete çıkacağım
O duvaksız tepeye

O yolunda gözyaşı
Çeşmesi kuru köye

Kopup yalnızlığımdan
Kopup sonsuzluğumdan

Gurbete kaçacağım
Gurbete tükenmeye...

Dinle ve..

13 Eylül 2009 Pazar

Constantine diye aldığım dvd bir uzaylı filmi çıktı (Race To Witch Mountain). Oturdum izledim. Ama pek tatmin etmedi açıkçası. İki tane çocuk uzaylı gelmiş dünyaya millet korkmasın diye de insan kılığındalar. Ee ne anladım ben böyle uzaylıdan!? Filmi baştan sona bir yaratık çıksın bir şey olsun diye izledim emme yoktu. Siphon adında bi eleman da bunları öldürmeye gelmiş.
Uzaylı filmi diyorsan conemcim film budur bak:
Mars Attacks!
Öyle düşünce okuyarak yok efendim sidiyi, bilgisayarı havaya kaldırarak, duvardan bacadan geçerek, kurşun geçirmeyerek ispatlanmaz uzaylılık! Uzaylıysan tipini, endamını bi göstericen. Değil mi ama?

12 Eylül 2009 Cumartesi

Negzeel**

Kasvetli havaya bayılıyorum hocam. Gri gökyüzü falan. Bütün o üşengeçliğimi alıp götürüyor. Bulutlar baş üstüne! Dün kitap okumamak için bin bir bahane buldum kendime ama bugün oturdum okudum ve bitireceğim Hayvan Çiftliği'ni. Yine dün film izlemeye üşendim. Ama bugün izleyeceğim Constantine'i. İzlemezsem namert olayım. Eğer bugün dünkü gibi güneşli ve sıcak olsaydı sabah markete gitmezdim, üşenirdim. Pek çok şey yapasım var. Gezeyim diyorum da yoruyor buranın yokuşları. Bunlar bir kenara yapacağım şeylerden zevk alıyorum. Uzanmak olsun, müzik dinlemek olsun. Negzel bir gün bugün. Adana'da da kışın böyle günler görmek nasiiiiip olsun.

6 Eylül 2009 Pazar

Dead Can Dance - The Host Of Seraphim


Dinlemek, izlemek, bilmek, birazcık da düşünmek, düşünebilmek..

Pink Floyd - The Great Gig In The Sky


Budur kadın olmak, ölüme el uzatmak!

5 Eylül 2009 Cumartesi

Şibilip

Selam öncelikle. Hm hm ne desek akşam konser var Kardeş Türküler'in "Dünya Barış Günü" adı altında. Çankaya Belediyesi düzenliyoreymiş. İyi olacak benim için. İki hoplar rahatlarım.

Hocam müzik dinlerken halden hale geçen bir insanım. Floyd'dan bir Speak To Me Breathe dinlerken gayet içli olabiliyorken ardından gelen Everybody Dance Now anında kıpır kıpır yapabiliyor beni. Demiştim ya şarkılarda yaşıyorum ben. Hakkaten de öyle. Neyse..

Geçen gittim Adana'ya kayıt oldum. Ben de bir üniversiteliyim! Ööhöm. Tabiri caizse eşşek gibi çalışmalıyım. Üniversitede kalmak istiyorum. Hoca falan olayım. Zorlu bir dönem olacak ama güzel de olacak! Bu arada kebabın tadı hala damağımda. Orada çok pis bir yiyici olacağım. Yeni insanlarla tanışacağım. Ama dikkatli olmalıyım. Güvenmek olmaz öyle pat diye diiiğ mi gı?

Ve işte çalışacağım. Sadece iki gün :D. 70 lira cepte. Şeker, çikölata satıcam. Satabilirim umarım. Başıma üşüşmese millet şöyle sırayla gelseler ben de onları ikna etsem " Aaeeöö buyrun gerçekten çok güzel kokolinler bunlar" gibisine. Ama bilemiyor insan. Yorulacağız ama olsun. Deneyim olur benim için.

Ben uzayayım hafiften. Arada uğruyorum görüyorsun ki. Başın boş değil yani.
Baybaaay!

27 Ağustos 2009 Perşembe

Düşünmek Neyi, Yaşamak Neyi, Gitmesi Her Şeyin, Unutmak Her Şeyi

Düşünüyorum. Pek çok şey düşünüyorum. Yaşadığım günü, dünü. Neler yaptığımı ve ne yapacağımı düşünüyorum. Bir şeyler yapabilecek miyim, başarabilecek miyim soruyorum. Söylemeyeyim diyorum ama çok korkuyorum. Hayatla başa çıkamamaktan korkuyorum. Küçüğüm ben daha küçük! Söylemem öyle herkese ama en içlisinden çekerim içimi okuduğum sıralara, yazdığım kopyalara baktığımda. Çizgi film izliyorum, sütümü içiyorum, annem kucağında pohpohluyor beni. Çaldığım tasoları hatırlıyorum. Evcilikten sıkılırdım, bebeğime elbise de dikmedim. Ama çamurdan çorbalar yaptım, tuğladan tabaklar. İğde yedim yedim, konuşamadım. Haşlanmış yumurtayı hala sabırsızca yerim, cuk diye oturur boğazıma.

Daha da eskilere gider aklım. Çaldığım flüte, çizdiğim resimlere hani o penceresi kapısından büyük evlere. İki dağ vardır arkada hep değil mi? Ortasında sarı bir güneş.

Gün geçtikçe gerçekleşiyor insan. Ne çizdiği kızın saçı mavi oluyor ne de çiçeğinin yüzü gülüyor. Yanındaki papatyadan büyük, sevimli solucanlar da görünmüyor ortalıkta. Dağ kahverengi, çimen yeşil oluyor. Güneş kendini özletir oluyor. Yağıveriyor yağmur. Gökyüzü gri oluyor, kuşlar oradan kaçıyor. Yalnızlaşıyor, yalınlaşıyor etraf. Gidiyor anılar sürünerek. Ne duruyorlar yanımda ne de kayboluyorlar. Gerideyse beni bırakıyorlar, yaşamışlığıma dair kapkara ayak izlerini.

Ve bir de...
Gelmeyeceklerini...

Yakındır, ben de gideceğim. Kendimden, sizlerden. Geleceğim bazı ama büyümüş olarak. Her gelişimde daha da büyüyeceğim. Duracağım bir süre ve sonra eskiyeceğim. Hani anıların o ayak izleri var ya onları çoktan unutmuş olacağım.
Pırr diye uçmuş olacak da ellerimden geçmişim, farketmeyeceğim.

Ve sonunda terkedeceğim kendimi, sizleri. Uçmayacağım öyle pırr diye.
Düşeceğim pat diye de, farketmeyeceğim...

7 Ağustos 2009 Cuma

Dem

Geçiyor zaman. Yaşlanıyoruz be hocam! Yavaş yavaş, inceden inceden. Elli yıl sonra kim öle kim kala. O zamanlar siz öle ben ağlaya... Belki de ben öle siz güle oynaya... Yarın ne getirir ne götürür bilemiyor insan.

Mutlu değilim be dünya! Kalbim sıkışıyor. Ellerim titriyor. Üşüyorum bazı.

Korkuyorum be dost! Yitip gitmekten korkuyorum. Çürümekten korkuyorum. Ayazlardan, karanlıktan korkuyorum. Toprak kokusunu yağmur yağınca seviyorum içindeyken bilemiyorum. Hissedip korksam yine iyi. Hissedememekten, yok olmaktan korkuyorum… Bir daha yürüyememek, bir şeyleri düşünememek, ağlayamamak doya doya, su içememek kana kana, öpememek annemi, sevememek birilerini… Yaşayayım diyorum hep ve hep! Bileyim kendimi. Cayır cayır yaksınlar beni. Ama bileyim yandığımı. Hissedeyim o acıyı.

Ölüyorum bre sarhoş! Ölüyorum. Yavaş yavaş, inceden inceden. Öyle pek belli etmeden. Beşinci kattan atlamıyorum, kafama kurşun sıktığım da yok. İçten içten ölüyorum. Kanıyorum, damlıyorum. Bağırıyorum çağırıyorum. Ama içimden. Başka bir şey gelmiyor elden. Her çığlıktan sonra yere düşüyor bakışlarım. Yere, yerin dibine…

Geçiyor günler. Tükeniyor deyişler. Anılarda düşler, fotoğraflarda gülücükler.

Söz biter, ben gider.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

İçsel Çarpıklıklar

Yazıyorum, siliyorum, yazıyorum ve siliyorum. Şimdi gülümsüyorum. Sonra ağlıyorum. Neden böyleyim bilmiyorum. Çekecek acı arıyorum kimi zaman. Kimi zaman değil, çoğu zaman!

Ağladım dün. Öylesine. Öylesine değil de ne bileyim öyle işte.. Ağlamak lazım arada bir. İyi oluyor. Ama bir türlü oh be rahatladım diyemiyorum ki anacım. Hep bir diken takılıyor. O da bir türlü çıkmıyor.

Garibim garip. Ne düşündüğüm, ne hissettiğim belli değil. İyi değil bu halim. Hayalperestim de.
Şarkılarda yaşıyorum ben. İnişlerde, çıkışlarda. Uçurumun ucunda değil de ona çok yakınlarda..

23 Temmuz 2009 Perşembe

Ekmek, Şarap, Sen ve Ben

Ekmek, şarap, sen ve ben
Bir de sabahın dördü
Dışarda kar
Odamız ılık
Gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
Anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını
Aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
Kıskandım Gogeni Tahitilim
Terlemiş vücudunu silerken
Cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
Saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
Güneşi doğurmuştu ölü cisim
Martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
Nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
Sam yelim Sahra-i kebirim
Kahrettim her şeye o gün
Babanın şarap çanağına,
Gogen'e,
Kadere,
Sana,
Bana
Ve bir de gittiğin arabanın tekerine
Ne diyordum arkadaş...
Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
Ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
Daha sonra yaparım hayatın felsefesini
Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
Bazen kadın hamamında tellak...
Bazen Kristof Kolomb
Napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
Timur'ken Beyazıt'ı yenişimi...
Bir kere Aristo'nun hocası olmuştum
Ona verdiğim dersle gurur duymuştum
Bazen Jan Dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
Bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
Eğer daha da içersem
Shaskespare halt etmiş derim karşımda
Salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
İşte Mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
Enayiymiş be Platon...
Bir içsin de görsün...
Ne felsefesi varmış bu hayatın
Anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
Islak kaldırımlarda yürürken acırım
Önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
Ukalalık işte derim neme lazım senin
Kendine bak; sen de bir serserin bir sarhoş...
Ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
Şehrin izbe sokaklarında

Yavaş yavaş kaybolur benliğim.

-İhsan Yüce


Ne güzel demiş üstad!..